die zauberflöte (ya da istanbul)



şubat ayında istanbul süreyya operası'nda izlediğim, uzun süredir paylaşmak istediğim ama zaman bulamadığım mükemmel eser: die zauberflöte (sihirli flüt).

ilk dönemin ardından staj yapmak için gittiğim (fakat yapamadığım, orası ayrı) istanbul'da ilk birkaç günüm kuzenimin bileğindeki sakatlık nedeniyle evde geçti. onun bu sakatlığı dolayısıyla yengemin çok önceden aldığı 4 (dört) opera biletinden birine konmuş oldum, ki zaten kuzen sakat olmasa da gitmezdi. yengem geleceğimi çok iyi bilmesine rağmen "deuscum gelir misin operaya yarın?" diye sordu, ben "hangi opera?" dedim, o da "sihirli flüt" dediği anda ben çoktan smokinimi giymek için odamın yolunu tutmuştum, fakat valizimi açtığımda smokinimi almadığımı farkettiğim an yıkılmıştım adeta.

sihirli flüt (1791) mozart'ın ölmeden önce bestelediği son eseri requiem'den (daha sonra uzun uzun bahsederim) önce yazdığı operadır. dönemindeki çoğu örneğinin aksine italyanca yerine almanca tercih edilmiştir. insanlar "para kazanmak için yaptı, italyanca daha iyiydi, bik bik bik..." şeklinde konuşsa da mozart ortaya çıkardığı bu üstün eserle insanların ağzını 200 yıldır açık bırakmakta.

süreyya operası'nda çok büyük kısmı orijinal diliyle sergilenen operada üstyazıda hiç aksama olmaması çok güzeldi, diğer gösterilerdeki izleyicilerden şanslıydık bu konuda. izlediğim yabancı versiyonlarına çok yakın performans gösteren sanatçılar takdiri hak etmekteydiler. özellikle nazlı deniz boran'ın gece kraliçesi rolünde seslendirdiği "der hölle rache kocht in meinem herzen" aryası dakikalarca alkış aldı ve bu çok zor ve meşhur aryayı bu kadar iyi seslendirmesi türkiye'de ne gibi cevherler olduğunu bize çok iyi göstermekte idi.

şubat ayında bulunduğumuz için izleyicileri üşütmeyelim diye sıcağın gözüne vuran görevliler yüzünden küçük kuzenimle döktüğümüz teri gören dayım bana doğru eğilerek kulağıma 3 (üç) kutsal değeri fısıldadı: "çıkışta... kokoreç, midye, bira... var mısın?". kendisi benim için hayatın anlamı olan bu yiyecekleri sıraladıktan sonra gösterinin sonunu zor getirdim.

çıkışta istanbul'un neresinde ne yenileceğini en iyi bilen insan olan dayım, bizi kadıköy'de söz konusu yiyeceklerle bir güzel besledi ve o cehennem sıcağından çıktıktan sonra, şubat ayında sokakta yemek yiyip soğuk bira içilebileceğini bize kanıtlamış oldu.

eve döndüğümüzde hepimiz şahaneydik, on numaraydık...

1 akıllı taşı çıkartmaya çalışmış:

AQ-47 dedi ki...

sen süreyya operasından çok çingizhan saldırısına gitmiş ve teslis'e (trinity) yumulmuşsun...